15 Ocak 2015 Perşembe

bir ray kırığı..


efsaneye göre ;
“tanrı lanetlediği günahkar ruhları, acı çeksinler diye dünyaya gönderirmiş.”



tanrısız denizin ortasında, yağlı ilmeğin ucundayım.
kafamda dilsiz bir yahudi şarkısı

kalbim,
istasyonunu kaçırmış saatin bileklerini öptüğü
bir ray kırığı..



benim hikayemi kimse duymaz.

sessiz notalarla vuruyorum dibine acının.
bilseler küçük hesapların içine aldıklarını beni,
nasıl infilak ettiğimi,
şehre dolunay olarak yağdığımı..

bu hikayeden kimse sağ çıkamayacak.




çünkü;
yolları akıttılar onlar
yüzüme asfalt dökerek

o gün
kırık sazın teline bağladılar ahıra bağlar gibi, domuzların ülkesinde.
mevsimler gözyaşlarımın üzerinden geçti
annemin üzerine gömdüler
beş yıl dolmadan

işsiz aç sefil bıraktılar
şarap kokan nefesimi otobüsten aşağı attılar
yanımda bir üniversite öğrencisi vardı, susuştuk
çiçeklerin pimi çekilmişti.

bastığım mayının tadına benziyordu
kiremitlerden kalp krizi sızdıran mesaisi dolmuş intihar

üşüyordum,
bütün
kapıları örttüklerinde ciğerime

15 yaşında idam ettim çocukluğumu

beni alnımın orta yerinden terk ettiler.
şakağıma çizikler atarak,
hayat kırıklığından kesikler topladım ceplerime
kentin herhangi bir sokağının terli yorganlarında

kör düğümden geldim ben,
geline takılan göz yaşıydım

sisli galata rıhtımında
iki oda bir salonlu bankta
çöktü dünya üzerime
güzel sırtı olan kadınlara aşık oldum

ve
beni
omuzlarından
aşağı
yuvarladılar

kendimi bildim bileli pi sayısıydım,
benim sana yaşama ihtimalim
yılbaşında bir fahişeye çıkması muhtemel büyük ikramiyenin
sermayesi olmaktı

bir dakikadan geriye saydım tophanede
nargile
öldürüyordum
el yazımla not bıraktım, garsona
beni yalnızlığa göm.
içimden ettiğim duaları değiş tokuş edebilirim

cesedim
yakışıklı bir cenazeye çağırılmak için
anlamını aradı
yüzyıldır seni



manasızca
çanakkaleye doğru sürdüm alın yazımı,
otel odalarında öldürüp durdum hayalini

soğukta denize atlamam seyircilerin tek isteğiydi benden
çevremdeki herkes hayatıma her zaman
seyirciydi, kapalı gişe bıçaklar bileyliyorlardı
güvertede nöbetçi yağmurlar vardı ve nisan değildi
tek kurşunla vurulan düz ovaların özgürlüğündeki taylar gibi
ben kırık bacaklarımla
senin peşinden ne kadar hızlı koşabilirdim?

sana gitme demeliydim.
cebimde unutulmuşluk

soğuktan donan rüzgarın
katedralde kıldığı sevabı kalmıştı
almanyadan mektup gelmiyordu

ve dublin’den bildiriyordu tanrı acı haber bültenini

ihtimali noele yaklaşan hiç bir kesiği
çam ağacına dikmedim

delirme arifesindeki gönderilmemiş mektupların,
atıldığı çöpe yolladılar beni

oysa sustum
oysa kustum



polis kelepçeyi geçirdiğinde dudaklarıma
beni unutacağını biliyordum
yanındayken farkına vardığım
ilk gün dilim
kırılgan masallara sürgün
ıssız limanların
iri memeli kadınların

tarlabaşındaki çürümüş ziyanların,
liberte’de çektiğim dumanın diliydi

çünkü sen müsait yerde inerken,
ben uçurum kıyısının para üstüydüm

salyangozları bilir misin?
ben çocukken kabuklarını kırar
arı kovanlarına
saklardım

ilk baktığım hayvan fildi
kıyamet günü seni
gezi parkında bekleyeceğimi duyunca
vazgeçtin
çocuk doğurmaya

ben bileklerimden doğarken
yeni tanımıştı adanada bakırcılar
çaresizliğin bir kanyağın içine kapatıldığını

uçaktan tek isteğimdi
düş!

düş;
senin rüyalarıma uğrama sürenin,
bedenime saplanan yankısıydı sadece

duvarlarımla konuştum,
yolda kendiyle konuşan insanları gördükçe

oysa konuşmak iyi gelmiyordu eylülün altısında
insan tebeşirle yere çizilen cesetse

anımsadığın onca yokluğun
içine al beni artık

adım
sükünetle işlediğin cinayetin ipuçları

adım…
içimde gemileri yaktığın gün,
içine doğru batan deniz.

Önder Deniz Çavuşlar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder