efsaneye göre ;
“tanrı lanetlediği günahkar ruhları, acı çeksinler diye dünyaya gönderirmiş.”
tanrısız denizin ortasında, yağlı ilmeğin ucundayım.
kafamda dilsiz bir yahudi şarkısı
kalbim,
istasyonunu kaçırmış saatin bileklerini öptüğü
bir ray kırığı..
benim hikayemi kimse duymaz.
sessiz notalarla vuruyorum dibine acının.
bilseler küçük hesapların içine aldıklarını beni,
nasıl infilak ettiğimi,
şehre dolunay olarak yağdığımı..
bu hikayeden kimse sağ çıkamayacak.
çünkü;
yolları akıttılar onlar
yüzüme asfalt dökerek
o gün
kırık sazın teline bağladılar ahıra bağlar gibi, domuzların ülkesinde.
mevsimler gözyaşlarımın üzerinden geçti
annemin üzerine gömdüler
beş yıl dolmadan
işsiz aç sefil bıraktılar
şarap kokan nefesimi otobüsten aşağı attılar
yanımda bir üniversite öğrencisi vardı, susuştuk
çiçeklerin pimi çekilmişti.
bastığım mayının tadına benziyordu
kiremitlerden kalp krizi sızdıran mesaisi dolmuş intihar
üşüyordum,
bütün
kapıları örttüklerinde ciğerime
15 yaşında idam ettim çocukluğumu
beni alnımın orta yerinden terk ettiler.
şakağıma çizikler atarak,
hayat kırıklığından kesikler topladım ceplerime
kentin herhangi bir sokağının terli yorganlarında
kör düğümden geldim ben,
geline takılan göz yaşıydım
sisli galata rıhtımında
iki oda bir salonlu bankta
çöktü dünya üzerime
güzel sırtı olan kadınlara aşık oldum
ve
beni
omuzlarından
aşağı
yuvarladılar
kendimi bildim bileli pi sayısıydım,
benim sana yaşama ihtimalim
yılbaşında bir fahişeye çıkması muhtemel büyük ikramiyenin
sermayesi olmaktı
bir dakikadan geriye saydım tophanede
nargile
öldürüyordum
el yazımla not bıraktım, garsona
beni yalnızlığa göm.
içimden ettiğim duaları değiş tokuş edebilirim
cesedim
yakışıklı bir cenazeye çağırılmak için
anlamını aradı
yüzyıldır seni
manasızca
çanakkaleye doğru sürdüm alın yazımı,
otel odalarında öldürüp durdum hayalini
soğukta denize atlamam seyircilerin tek isteğiydi benden
çevremdeki herkes hayatıma her zaman
seyirciydi, kapalı gişe bıçaklar bileyliyorlardı
güvertede nöbetçi yağmurlar vardı ve nisan değildi
tek kurşunla vurulan düz ovaların özgürlüğündeki taylar gibi
ben kırık bacaklarımla
senin peşinden ne kadar hızlı koşabilirdim?
sana gitme demeliydim.
cebimde unutulmuşluk
soğuktan donan rüzgarın
katedralde kıldığı sevabı kalmıştı
almanyadan mektup gelmiyordu
ve dublin’den bildiriyordu tanrı acı haber bültenini
ihtimali noele yaklaşan hiç bir kesiği
çam ağacına dikmedim
delirme arifesindeki gönderilmemiş mektupların,
atıldığı çöpe yolladılar beni
oysa sustum
oysa kustum
polis kelepçeyi geçirdiğinde dudaklarıma
beni unutacağını biliyordum
yanındayken farkına vardığım
ilk gün dilim
kırılgan masallara sürgün
ıssız limanların
iri memeli kadınların
tarlabaşındaki çürümüş ziyanların,
liberte’de çektiğim dumanın diliydi
çünkü sen müsait yerde inerken,
ben uçurum kıyısının para üstüydüm
salyangozları bilir misin?
ben çocukken kabuklarını kırar
arı kovanlarına
saklardım
ilk baktığım hayvan fildi
kıyamet günü seni
gezi parkında bekleyeceğimi duyunca
vazgeçtin
çocuk doğurmaya
ben bileklerimden doğarken
yeni tanımıştı adanada bakırcılar
çaresizliğin bir kanyağın içine kapatıldığını
uçaktan tek isteğimdi
düş!
düş;
senin rüyalarıma uğrama sürenin,
bedenime saplanan yankısıydı sadece
duvarlarımla konuştum,
yolda kendiyle konuşan insanları gördükçe
oysa konuşmak iyi gelmiyordu eylülün altısında
insan tebeşirle yere çizilen cesetse
anımsadığın onca yokluğun
içine al beni artık
adım
sükünetle işlediğin cinayetin ipuçları
adım…
içimde gemileri yaktığın gün,
içine doğru batan deniz.
Önder Deniz Çavuşlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder