Duvar
1980 askeri darbe dönemini anlatıyor film. Hayatım boyunca izlediğim filmler ile karşılaştırdığımda, ve filmin 1983 ‘te (Ben doğmadan önce) çekildiğini de göz önünde bulundurdum. Aklımda film ile ilgili oluşan düşünce şuydu: Olağanüstü gerçekçi, bunun sanki bir film değil de BBG evi gibi bir hapishanenin kameralar tarafından izlenime alındığı kanısıydı. Oysa ki hiç öyle değildi. Bu bir filmdi. Ve nasıl bu kadar gerçekçi olabileceği konusunda bir fikrim yoktu; Yılmaz Güney’in yönetmenliği dışında…
Film siyasileri, kadın, erkek ve 4. koğuşun çocuklarını anlatıyordu. Hapishanenin her türlü eziyetini çeken, küçük bedenleri ile yüreklerindeki ezikliklere ve yaralara meydan okuyan çocukları… Filmi izlerken bir türlü gerçekten ayırt edemiyordum. O kadar yerinde olmuştu ki her şey… O günün sinema teknolojisi ve çekimlerdeki imkansızlıklar vız gelmişti film ekibine sanki. O kadar gerçekçi ve acıklıydı ki film, ağlamamak için kendimi zor tuttum! Film ile birlikte 1980 askeri darbesinin insanları ne kadar çok ezdiğini bir kez daha anlamış oldum.
Senaryo ve filmin yönetmenliği Yılmaz Güney’e ait. 1983’te Cannes film festivalinde Altın Palmiye için aday gösterilmiş. İnternette film ile ilgili araştırma yaparken ilginç ayrıntılar takıldı gözüme… Oyunculardan Tuncel KURTİZ ve Ayşe Emel MESÇİ dışında hiç biri daha önce kamera karşısına geçmemiş. Bunu öğrendiğimde filme ve Yılmaz GÜNEY ‘e olan hayranlığım bir seviye daha artmış oluyordu. Film çekildikten sonra; yasaklı oluyor ve aradan 17 yıl geçtikten sonra ancak gösterime girebiliyor.
Filmin sonunda Yılmaz GÜNEY’ in şu sözleri beni hem duygulandırıyor hem de yüreğimde filme geçen ve gerçek hayatta yaşanmış olan olaylara olan üzüntüm daha belirgin bir hal alıyordu. İşte o sözler:
"Bu filmde anlatılanlar, yaşanmış olayların yeniden harmanlanmasıdır. Onlar, kan, ateş ve gözyaşı içinde, duvarların karanlığında ışığı ve suyu aramışlardı… Bu filmi onlara, el yordamı ile ışığı ve suyu arayan küçük arkadaşlarıma adıyorum."
Filmin konusu ise (Film’in afişinden alıntı) şudur:
Kadınlar ve erkekler, adli ve siyasi tutuklular, …ve çocuklar, çocuk koğuşu: hapishanenin köleleri. Dördüncü koğuşun çocukları. Dördüncü koğuşun çocularının sefaleti. İşte koğuşun kırık camları, hırsızları, katilleri, terkil edilmiş çocukları… Ay… İncecik, kavun dilimi gibi ay… umut ve özlem… Şişko’nun, Şaban’ın ve diğer çocukların elleri Tanrıya doğru açılır. Derler ki, yeni ayı ilk gördüğünde dua eder ve dilek tutarsan, Tanrı bunları yerine getirir.Çocukların hepsi tek bir dilek tutarlar: “Allah’ım, beni daha iyi bir hapishaneye yolla.” “Beni de Allah’ım” Tüm çocukların dilek ve arzuları budur: daha iyi bi cezaevi. Buraya artık dayanamıyorlar. Şiddet, dördüncü koğuş’un angaryaları onları tüketmiş. Her şeyi kabul etmek zorundalar. Temizlik, mutfak işleri, kömür ve çöp taşıma, kısaca cezaevinin tüm angaryası onların eline bakar… Dayak, baskılar… Onlar gerçekten cezaevinin kölesidirler. Ancak umutları tükenmez. Başka bir cezaevine gitmeyi başarmalıdırlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder