14 Ocak 2017 Cumartesi

Şeyhim Beni Işınla







"Şeyhim beni 70’lere ışınla,
3 milyar saniyem bitmeden önce
Sonsuzluğu bükeyim, kalan ömrümce.
Tasavvuf strese iyi geliyor bence.

Bir fırt ab-ı hayat versene şeyhim
Dindirsin faniliğin hararetini.
Bitsin mutat prova, deney, tatbikat;
Ecel formalitesi, azap rutini.

Şeyhim nedir bütün bu illüzyonlar seraplar?
Aşk üçgeni, meşk dairesi, kudret karesi,
Zeval kulvarındaki zırhlı araçlar?
Şimdi yani tam şu an kaderde ne var?

Şeyhim adım kara listede, aha!
Görünmüyor hicret rotasındaki vaha
Açamam, açamazsın, açılmaz şeyhim,
Sıfırın ortasına bir delik daha.

Şeyhim 14 milyar yıl ne çabuk geçti
Yaş kırk oldu kırklara karışamadım
Ben defterden sildim ölümsüzlüğü
Şeyhim kainata alışamadım."

Murat Menteş




30 Aralık 2016 Cuma

Platon'un mağara istiaresine karşılık, Hakan Günday'ın kuyu istiaresinin tarafındayım.



"... bir kıza aşık olmuştum. onu görmek için altı saat yol almam gerekiyordu. bir sabah, treni kaçırdım. aşık olmaktan vazgeçtim. kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim. benim adım kaygusuz abdal. tanrı'dan vazgeçtim. ölmekten vazgeçtim. çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. ölmek istemiyorum, çünkü tanrıyı öldürürüm diye korkuyorum. ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz... platon'un mağara istiaresi 'ne karşılık, ben de kuyu istiaresini yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım. ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlattım."

Hakan Günday, Kinyas Ve Kayra





Platon'un Mağara Alegorisini duymamış olanlar için ;




aşık veysel ve david bowie'li bir zihin yolculuğu yapıyor bir paragraf boyunca kinyas ve sonra bowie'nin bu şarkıyı söyleyeceğini söylüyor.





Buda benden sana gelsin




hadi a.e.o

10 Mart 2016 Perşembe

Efkarın tanımı

Gün olur zaman geçer, gün olur daha altlarda kalır acın. Eskimez ama unutulur kısmen de olsa. Nasıl sulamadan büyümüyorsa bitkiler o da büyümemiştir ama tohumu çürümüş, çürütmüştür içten içe.Sonra bir gün. Saçmasapan bir fotograf, saçmasapan bir müzik ya da saçmasapan bir şehir sana onu hatırlatır. Bir çivi gibi beyninde ve kalbinde belirir sureti.Ve bu efkarın tanımıdır..Efkarın tanımı.Karlar eridi ve haftasonu millet kendini dışarıya attı. Basit görünebilir ama bir anda şöyle bir düşünce yerleşti aklıma. Mutsuzluk olmadan mutluluk bilinebilirmiydi? Yani kötüyü yaşamayan biri iyiyi nasıl bilebilirdi ki? Onun yaşadığı hep iyi olurdu ve bunun da bir tadı olmazdı. Kar örneği çok basit olmuş olsa da ben daldım ve gittim.

7 Mart 2016 Pazartesi

Sevmek Zamanı (1965)


Film, çekildiği dönemde, alışılagelmişin dışındaki sinema anlayışı, konusu ve konuyu ele alma biçimi nedeniyle dağıtımcı bulamadığından gösterime girememiştir. Ancak, aynı dönemin Avrupa sinemasına paralel ve yenilikçi sinema dili nedeniyle seyretme imkânı bulanlarca çok beğenilmiş, zamanla kült statüsü edinmiş.


Konusu :

22 Ocak 2016 Cuma

Duvar

 1980 askeri darbe dönemini anlatıyor film. Hayatım boyunca izlediğim filmler ile karşılaştırdığımda, ve filmin 1983 ‘te (Ben doğmadan önce) çekildiğini de göz önünde bulundurdum. Aklımda film ile ilgili oluşan düşünce şuydu: Olağanüstü gerçekçi, bunun sanki bir film değil de BBG evi gibi bir hapishanenin kameralar tarafından izlenime alındığı kanısıydı. Oysa ki hiç öyle değildi. Bu bir filmdi. Ve nasıl bu kadar gerçekçi olabileceği konusunda bir fikrim yoktu; Yılmaz Güney’in yönetmenliği dışında…
Film siyasileri, kadın, erkek ve 4. koğuşun çocuklarını anlatıyordu. Hapishanenin her türlü eziyetini çeken, küçük bedenleri ile yüreklerindeki ezikliklere ve yaralara meydan okuyan çocukları… Filmi izlerken bir türlü gerçekten ayırt edemiyordum. O kadar yerinde olmuştu ki her şey… O günün sinema teknolojisi ve çekimlerdeki imkansızlıklar vız gelmişti film ekibine sanki. O kadar gerçekçi ve acıklıydı ki film, ağlamamak için kendimi zor tuttum! Film ile birlikte 1980 askeri darbesinin insanları ne kadar çok ezdiğini bir kez daha anlamış oldum.


Senaryo ve filmin yönetmenliği Yılmaz Güney’e ait. 1983’te Cannes film festivalinde Altın Palmiye için aday gösterilmiş. İnternette film ile ilgili araştırma yaparken ilginç ayrıntılar takıldı gözüme… Oyunculardan Tuncel KURTİZ ve Ayşe Emel MESÇİ dışında hiç biri daha önce kamera karşısına geçmemiş. Bunu öğrendiğimde filme ve Yılmaz GÜNEY ‘e olan hayranlığım bir seviye daha artmış oluyordu. Film çekildikten sonra; yasaklı oluyor ve aradan 17 yıl geçtikten sonra ancak gösterime girebiliyor.
Filmin sonunda Yılmaz GÜNEY’ in şu sözleri beni hem duygulandırıyor hem de yüreğimde filme geçen ve gerçek hayatta yaşanmış olan olaylara olan üzüntüm daha belirgin bir hal alıyordu. İşte o sözler: 
"Bu filmde anlatılanlar, yaşanmış olayların yeniden harmanlanmasıdır. Onlar, kan, ateş ve gözyaşı içinde, duvarların karanlığında ışığı ve suyu aramışlardı… Bu filmi onlara, el yordamı ile ışığı ve suyu arayan küçük arkadaşlarıma adıyorum."

21 Aralık 2015 Pazartesi

anlıyor musun?


dışarıda milyonlarca ses; insanlar konuşuyor, insanlar kavga ediyor, insanlar tartışıyor, insanlar savaşıyor, insanlar hapis yatıyor. İnsanlar harcıyor, ellerinde ne var ne yoksa, her şeyi. hızlı hareket ediyor, hızlı yiyor....
insanlar artık yaşlanmıyorlar bile…
ölümden korkuyor, geri geri yürüyerek kaçış planları yapıyorlar.
içe giden yol daha karanlık, hissediyorlar. insanlar çemberin biraz dışında kolu kanadı kırık, yüzlerinde yaşadıkları varsayılan hayatın özeti olduğu halde, vakit varken biraz daha kendiyle tanışık, biraz daha kendiyle barışık olmaktan korkuyorlar.
insanlar ne çok korkuyor.
korkunun kokusu, insanı –da- vahşileştirir. koku o kadar keskindir ki korkmayanların bile sonunu bir şekilde hazırlar. Çemberin dışı ne kadar karanlıksa çemberin içi o kadar vahşidir.
sen hiç insan eti yiyen başka bir insan gördün mü?
her gün olan şey.
Çemberin biraz dışında işler daha da zor. Içe doğru yansıyan bir yüz. Su karanlık, zihnin ışığı çoğu zaman yetmiyor. Kalbin her atışıyla tekrar irkiliyorsun. Ama burası sessiz, sakin, serin… Gelecek yok, anlar var. her attığın ilmek geçmişine işliyor, nakış gibi.
ölmeden yaşamak, yaşamadan ölmek endişelerinin bir adım ötesinde, hayatın sadece kendi yaratıların olduğunu bilip, yine de o hayatın haki mi ol(a)mıyorsun.
Mükkemmel bir kaza ile doğduğumuz, şans eseri burada olduğumuz düşünen inanlar var -daha kötüsü- düz beyaz bir alanda öylece durduğumuzu…
Yeryüzünün herhangi bir noel ağacının üzerindeki süs olduğunu.
Ve başka neler olduğunu…
anlıyor musun?





17 Aralık 2015 Perşembe

.

her şeyin ama her şeyin bir süresi var. zamanı dolunca ekmek ortadan ikiye bölünür: bir daha asla birleşmez.